Çevre Mühendisliği lisansında alınan zorunlu derslerden biri de Hava Kirliliği ve Kontrolü’dür. Bu ders kapsamında bir soru kalıbı vardır. Soru özetle; x kilometre uzaklığında, x yönündeki bir tesisten kaynaklı hava kirletici emisyonlarının, x apartmanında, x katta balkonda oturan kişiyi hangi düzeyde etkilediğini sorar.
Bu sorunun cevabı belirli bir mantıkla, uzunca ama tek bir formül ile çözülür. Burası işin teknik kısmı, peki adaletli tarafı nerede?
Adalet kavramı, herkese hakkı olanı vermek, hak ettiği şekilde davranmak gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Toplumu sürekli kılmak adına oluşturulan yapısal sistemde adalet kavramının gerekliliğine şüphe yoktur. Çevresel adalet terimi ise; çevre kirliliği sorunlarının, toplumun farklı kesimlerindeki gözle görülebilir varlığı ile mecburi olarak ortaya çıkmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 56. maddesinde “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” denmektedir. Buradaki “herkes” ibaresi mühim. Çünkü çevresel adaletsizliğin kaynağı bu ibareyi kullanma eksikliğinden doğuyor.
Bir soru ile devam edelim; bir bölgenin coğrafi açıdan zengin kaynaklı olması, şans mıdır şanssızlık mı? Kömür yatağı rezervlerinde Zonguldak, Soma…sıcak yeraltı sularının varlığında Aydın, Denizli…yüksek debili derelere sahip olmasıyla Artvin, Rize…Tamamen doğal unsurlara bağlı olarak süregelmiş, neredeyse “bahşedilmiş” zenginlikler talih midir coğrafyaya ve halkına?
Balkonunuzda otururken, hafif rüzgarlı sıcak bir akşamda, jeotermal enerji santrallerinden kaynaklı kükürtdioksit gazı kokusunu duymak size bahşedilmiş midir örneğin? Ya da bu tarz tesislere yakın, sanayi bölgesi yerleşkeleri etrafında nispeten daha ucuz kiralı daireleri tercih etmek durumunda kalmak mı bahşedilen?
Ünlü “not in my backyard” cümlesi arka bahçelerin, bahçe olarak kalması veya kal(a)mayacaksa da yeniden planlama sürecinin adil olarak yapılması gerekliliğini hatırlatır. Uyuduğu, uzandığı, yemek yediği evinden altmış metre uzaklıkta gerçekleşen maden patlaması faaliyeti ile panik atak geçiren Çineli Coşkun ailesini “kamu yararı gözetme” etiketi altında olağan-mış gibi “talihlerine” bırakmak adil bir süreç içinden geçmiyor oluşumuzu gösteriyor.
Okuyun: Topçam köylüsü Coşkun ailesi, evlerinin dibindeki maden yüzünden yüreği ağzında yaşıyor
Sosyal çevre adaleti bu sebeple bu denli önem taşıyor. Kent planlaması; sadece yolların, bahçelerin, daha kolay kullanılabilir otoparkların varlığı ile tamamlanabilir bir husus değil ne yazık ki. Bu noktada çevresel adaleti; “Kaynak mı, insan mı?” ikileminden kurtarıp daha sürdürülebilir ve adil çözümler aramanın ilk çıkış noktası olarak görmek, karar vericilerin odağında olmalı…
Gülten Akın “Kent Bitti” şiirinde, “bütün gün bütün gün çarpışa çarpışa / kentin ağır sularında / herkes yaralı” diyorsa da, “Yeşil Arka Bahçeler”de, “Kentlerde iniştir arka bahçe” diyerek bize umut vadediyor…
Kaynak:
- Dergipark.org (syf 214)
- Case Western Reserve University (Görsel)