Doğa çok yakın zamanda bize haddimizi bildirecek. Kendi yaptıklarımızla kendi sonumuzu getireceğiz.
140journos isimli medya yayıncısı, yayınladığı Kuzey Kıyıları konulu belgesel ile İstanbul başta olmak üzere tüm kuzey kıyılarının durumunu ele aldı.
Endemik Türler Uzmanı Sema Atay ve Balık Sistematiği uzmanı Cem Dalyan’ın çalışmaları hakkında detaylı bilgi verdiği belgeselde, canlı türlerinin nasıl yok olma tehdidi ile karşı karşıya olduğu gerçeği bir kez daha gözler önüne serildi.
Sema Atay konuşmasında şu cümlelere yer verdi; Kıyı alanlarının kendine özgü oldukça karmaşık bir yapısı var. Hareketli kumulların olduğu çok tuzlu, kuru ve sıcak bir ortam. Bu ortama binlerce yılda uyum sağlamış bitkiler ve hayvanlar var, bu canlı türleri başka bir ortama taşındığında varlığını sürdüremiyor.
Cem Dalyan ise konuşmasında şu detaylara değindi; hesaplandığı kadarı ile dünyadaki denizel biyoçeşitliliğin yüzde yetmişini kıyısal alanlar barındırır. Yakın bir tarihte Karaburun mevkinde daldık, o kadar memnun kaldım ki balıkçıdan bizi biyoçeşitliliğin yoğun olduğu farklı bir noktaya daha götürmesini istedim. Bizi daldırdığı nokta, doğanın milyonlarca yıl önce oluşturduğu kumulun içindeki kayalık bir noktaydı. Biz sonrasında dalgakıranın ucuna dalmak istedik. Balıkçı bize kızdı, “hem çok balık görmek istiyorsunuz hem de gidiyorsunuz milyon sene önce oluşmuş taş varken, 20 sene önce oluşmuş taşın altına bakmaya çalışıyorsunuz, orada hiç çeşitlilik olur mu?” dedi. Bu kadar güzel anlatılamaz. Canlılık milyonlarca yılda yavaş yavaş oluşmuş. Siz yaptığınız ani değişikliklerle denizel biyoçeşitliliğin buna adapte olmasını bekleyemezsiniz. Bir kaç senede her şeyi değiştirmeyi düşünüyorsanız bilin ki orada kaybedeceğiniz şeyler var.
Sema Atay konuşmasına şöyle devam etti; tüm dünyada en fazla tahrip edilen alanlar kıyı alanları ve bu nedenle de en nadir alanlar. Türkiye’nin kuzey kıyılarını çalıştık. Bu çalışmada İstanbul’daki kıyı alanlarının Türkiye’nin kuzeyindeki kıyı alanlardan çok daha zengin olduğunu gördük. En zengin alan, Terkos ve onun yanındaki Ağaçlı kumulları, Kilyos kumulları yani Boğaziçi’nin batısına doğru uzanan 70 kilometrelik alan. Örneğin Terkos’ta dünyada Türkiye ve çevresi dışında görülmeyen 20 tane nadir ve endemik bitki türü biliyoruz. Kilyos’ta ise en az 10 tane bu türlerden mevcut. Onların yaşam alanları yok oldukça yok olmak durumundalar.
Kuzey kıyılarındaki çalışmaların sonucunda kumul alanların ne kadar az, ne kadar büyük bir tehlike altında olduğunu bir kez daha gördük. Kum zambağını alıp başka bir yerde yetiştiremezsiniz. Bu bitkileri koruma ve tohum bankalarında saklama vaatleri de gerçekçi değil. Linyit madenleri için kıyı alanlarımız çok büyük oranda zarar görmüş durumda. Yazlık evler yapımı ada büyük bit etken ancak öyle bir zamana geldik ki bunlar artık devede kulak kaldı ve mega projeler başladı.
Artık hiç esamesi okunmuyor fakat uzun yıllar kıyıların korunabilmesi için etkili olan bir kanunumuz vardı. Kıyılar kamunundur ancak özelleştirmeler, kiralama ve ihaleye verme durumları ortaya çıkınca elbetteki doğal alanlar büyük oranda tahrip oldu. Örnek vermek gerekirse, bir kıyı alanının işletmesini alan bir firma, kumul alanı küreyerek doğal alanı ve ekosistemi mahvediyor, yapılmaması gereken müdahaleler ile doğaya rahatsızlık veriyor.
Özellikle Avrupa Birliği ülkeleri iklim değişikliğine karşı önlemler almaya, planlarını değiştirmeye ve politikalarını adapte etmeye çalışıyor. Biz sanki öyle bir tehdit yokmuş gibi davranıyoruz. İklim değişikliğinin en önemli sigortası yeşil alanlar. İmar planlarına ve koruma planlarına, iklim değişikliği ve biyolojik çeşitliliğin korunmasını katmak zorundayız.
İstanbul olağanüstü biyolojik çeşitliliğe sahip bir şehir, 2500 bitki doğal olarak yetişiyor. Bu rakam Hollanda’da 1600, İngiltere’de ise 1850. Bir şehrin ülkelerin florasıyla kıyaslandığını düşünün. Şu anda yaşanamayacak bir noktaya doğru gidiyor; havamız kirlendi, suyumuz kirlendi, aşırı kalabalık, aşırı trafik. Biz insanların ruhsal ve fiziksel olarak doğal çevreye ihtiyacımız var. Mega projelerle bence İstanbul’a son ölümcül darbeler vurulacak.
Cem Dalyan konuşmasının devamında şöyle dedi: kirlilik, balıkçılık, istilacı türler, şehirleşme gibi unsurlar biyoçeşitliliğe negatif etki eden önemli nedenler fakat hiçbiri habitat kaybı kadar önemli değil. Habitat kaybını genel olarak, ekosistemde kendiliğinden oluşmuş alanların canlıların adapte olamayacağı kadar hızlı bir şekilde yok olması olarak tanımlayabiliriz.
Yoğun insan aktivitesi genel olarak oradaki alanların çabuk değişmesine neden olur. Deniz suyunun daha kirli olmasına ve ışık geçirgenliğinin daha az olmasına neden olur. Özellikle kolay yer değiştiremeyen, omurgasızlar dediğimiz makro canlıları daha çabuk etkiler. Işık, deniz yaşamı dahil bütün yaşam için çok önemlidir. Eğer siz deniz suyunda ve kıyılarda ışık geçirgenliğini sınırlandırırsanız bu canlılarda bir takım önemli değişikliklere neden olur. Kuzey kıyılarımız zaten ışık geçirgenliği zayıf olan noktalar, buna bir de insan aktivitesi eklenirse durumun daha kötüye gideceğini öngörmek çok olası. Akla gelen barbun ve kalkan balığı gibi bazı balık türleri var, Karadeniz barbununu bölgede çok sık olarak gözlemledim ve bu yoğun aktiviteden etkileneceğini kesinlikle söyleyebilirim. Kalkan balığında ise daha ciddi bir durum söz konusu, kalkan balığı son derece azalmış durumda. Bunun iki nedeni var, birincisi aşırı balıkçılık yani insan etkisi, ikincisi ise madencilik faaliyetleri, yoğun kum çekimi gibi habitat kaybına neden olan faaliyetler. Dolayısıyla kıyıları korumak, denizel biyoçeşitliliği korumak anlamına gelir.
İnsan türü elbette etrafını düzensizleştirerek kendisi hayatta kalmalı, enerjiye ulaşmalı ve daha kararlı, daha düzenli yapılar ortaya koymalıdır ancak bunu yaparken elimizde bizim doğa üstündeki baskımızı minimize etmeye yarayacak araçlar olmalı. Bu araçların en önemlisi bilim, herhangi bir projeye başlamadan önce, uzun zaman bu konuda bilimsel araştırmalar yapmalı ve planlamalarımızı, bölge ve ekipman seçimimizi buna göre ayarlamalıyız.
Şöyle bir algımız var, insan türü dünyadaki bütün değişiklikleri yapmaya, her türlü önlemi almaya ve fütursuz davranmaya muktedir. Ama şunu unutuyoruz: biz doğadaki bir canlı türüyüz, bizim bir kuş türünden hiçbir farkımız yok. Doğaya ihtiyacımız olduğunu anlamalıyız ve kararlarımızı buna göre vermeliyiz. Yoksa doğa çok yakın zamanda bize haddimizi bildirecek, doğa hiçbir şey yapmayacak bizler kendi yaptıklarımızla kendi sonumuzu getireceğiz.
Düşüncelerinizi Paylaşın