“Yer”, toplumu oluşturan unsurların başını çeken kavramlardandır. İçinde olduğumuz yüzyılda niceliksel büyüklüğü temsilen nüfus düşünüldüğünde kentler, fiziksel çoğunluğa malik “yer”lerdir.
Öyleyse; değiştirme gücüne sahip olan politikaların uygulama alanının kent olması, sonucunda karşılaştırılacak göstergelerin netliği ile akla yatkındır. Bu açıdan bakıldığında, çözüm yöntemleri aranan ve/veya aranmak zorunda kalınan hususlar kent ölçekli incelenebilir.
Direnç, herhangi bir değişiklikte durağan hale geri dönebilme yetisi olarak tanımlanabilir. Bu tanımdaki değişikliği biraz kapsamlı düşünebiliriz. Örneğin; bir afet, deprem gibi ani tepki verilmesi gereken bir durum da olabilir; iklim değişikliğinin varlığını kabul edip uyum sağlamaya yönelik verilen uzun vadeli reaksiyonlar da.
Bu tepkileri kent bazında inceleyip kentin varlığını koruması adına dirençlilik yaratmak pek çok bilimin konusu olmaktadır.
Direnç kavramının içeriğindeki “başa çıkma kabiliyeti” anlamı, olağandışı gelişen bir durumun anormalliğini kabul etmek ile ortaya çıkıyor. “Ne ile ve neden başa çıkmalıyız?” sorusuna verilecek cevaplar, uygun yönetim politikası aracını düzenleyebilir. Bu araçları genellikle yerel yönetim birimlerinin çalışmaları ile izleyebiliyoruz.
Sistemin devamlılığını sağlama hedefinde olan bu çalışmalar, sistemin artan değişimini hissedip, yeniden yapılandırılmasına yönelik çözümler arıyor. Biz, halk olarak, bu çözümleri gündelik hayatımıza entegre şekilde görebiliyoruz. Yeni ulaşım alternatiflerinden, su kaynaklarının korunması için alınan teknik önlemlere kadar.
Buraya kadar aklınıza pek çok soru takılmış olabilir. Örneğin, sürdürülebilir olmak temel amaç ise, bu politikalar neden bir bütün olarak tüm ülkede uygulanamaz? Bu sorunun yanıtı, tüm kentlerin temelde aynı ihtiyaç ve süreçlerden geçerek oluştuğunu ayrı bir kenara alır. Yaşam dinamiklerinin farklı olduğu kentlerin aciliyetli sorunlarına aynı cevabın yeterli olması beklenemez.
Kentin altyapısından, vatandaşın sosyal haklarına kadar geniş bir yükümlülük yelpazesine haiz olması sebebiyle, şok anlarında herkes gözünü yerel yönetimlere çevirir.
Avrupa’da uzun yıllardır ortak amaçlar doğrultusunda farklı araçlarla çalışan “Belediye Başkanları Sözleşmesi” kapsamı altındaki yönetimler “iyi uygulama örnekleri” ile pek çok kente örnek olmuştur. Türkiye’de de halihazırda İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere kentlerimizin acil durum eylem planları bulunmaktadır.
Burada, siz okuyucuya bir soru sormak niyetiyle sonuçlandırmak istiyorum. Var olduğunu bildiğiniz veya bu yazıyı okurken öğrendiğiniz bu planlar sizi kentlerin güvenliğine ikna edebiliyor mu? Bu soruya cevabınız mühim; bir kentlinin “yönetimdeki dirençliliğe” inancı, “dirençli kentlerin” oluşturulmasına direkt olarak böyle bağlı iken…
Kaynak: