Kent sorunlarından biri de atıkların yönetilememesidir. Yönetim sürecinde hem maliyetli hem de zorlu bir aşama olarak görülen atıkların toplanması; son yıllarda ilgili taraflarca epey tartışılıyor.
Taraf-lar diyorum, çünkü meselenin ana kısmı bir kentin atık toplama işini birden çok paydaşın üstlenmiş olması. Bu yazıda; bahsedilen tarafları, kim olduklarını, tarihte bu sürecin nasıl işlediğini, günümüzde nasıl bir sektör haline geldiğini düşüneceğiz.
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15. maddesinin g bendine göre; “Katı atıkların toplanması, taşınması, ayrıştırılması, geri kazanımı, ortadan kaldırılması ve depolanması ile ilgili bütün hizmetleri yapmak ve yaptırmak.” belediyenin yetkileri ve imtiyazlarından biri denmektedir.
Bu madde kapsamında 2005 yılından itibaren, atıkların toplanması da dahil olmak üzere diğer işleyişlerin belediyelerin bünyesinde ilerlediğini anlıyoruz.
Çoğu kanun maddesinde olduğu gibi doğal bir açık kapı bu maddede de bulunmaktadır. Maddedeki imtiyaz kelimesi, bugün var olan tartışma terazisinin “belediye-özel firma-toplayıcı” dengesini bozmaktadır. Bu denge/dengesizlik yıllar geçtikçe oluşmuş fakat sebebini konuşmak mühim.
Belediyeler belirli dönemlerde özel firmalar ile 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu kapsamında ihale yoluyla anlaşabilmektedir. Son yıllarda toplama ayırma ve geri kazanım faaliyetlerindeki tesislerin sayıca artmasıyla bu durum çok küçük ilçelerde dahi kolay bir hale büründü. Belediyeler, ambalaj atıklarının yönetimini Çevre İzin ve Lisans Yönetmeliği’ne uygun faaliyet göstererek lisans belgesi almış firmalara belirli koşullar altında devrediyor diyebiliriz.
Son paydaş ise, atık toplayıcılar. Uzun yıllardır belirli illerden aile olarak büyük şehirlere göç ederek gelip, bu işten para kazanan bir güruh var. Son beş yılda çıkan ve/veya yenilenen konuyla ilgili yönetmeliklerin varlığı atık toplayıcıları derinden sarstı. Geçtiğimiz Ekim ayında İstanbul’da depolarındaki malzemelerinin zabıtalar tarafından el konulması üzerine arbede yaşanmıştı.
Biraz bu tema üzerindeki geçmişi inceleyelim. Osmanlı döneminde, günümüz tartışmalarına paralel şekilde belediyecilik tanımı içerisine alabileceğimiz Çöplük Subaşısı atıklardan sorumlu idi. Subaşının emrinde çalışan “çöp çıkaran” işçilerinin İstanbul sokaklarında biriken atıkları toplayıp denize döktükleri söyleniyor. Yine bir “üst yükümlülüğü” etiketi altında çalış-abilme süreci örneği.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında ve devamında ise, atık toplama süreçlerinin kentsel yönetimlerin elinde olduğunu görüyoruz fakat konuyla ilgili keskin kanun ve mevzuatların olmayışı sebebiyle esnek bir halde yönetiliyor denebilir.
Tüm bu olayların ardından, geçtiğimiz aylarda Ankara Büyükşehir ve Tepebaşı belediyeleri, bu paydaşların ortak bir amaçlarının olduğunu gözeterek atık toplayıcıları kooperatifleri kurdu. Belediye bünyesine alınan bu kooperatifler, çalışanların sosyal güvencelerinin olduğu, çocuk toplayıcıların devre dışı bırakıldığı, yasal ve kayıtlı olarak atıkların toplandığı bir alan açmış oluyor.
Bknz: Bir İlk Gerçekleşti: Toplayıcılar Güvenle Çalışıyor
Bknz: Atık toplayıcıları Ankara’da Kooperatif Kurdu
Fakat; atık bir endüstriye dönüşmüş durumda. Her endüstride olduğu gibi rekabet ve ticari kaygı unsurları ile atık, malzeme veya ürün olarak görülüyor. Bu koşulda bir “kooperatif” fikrine meyilli olmayanlar da mevcut.
Bugünün tarihi ile atıkların toplanması hususunda gelinen nokta “belediye-özel firma-toplayıcı” nezdinde sabitlenmiş durumda. Bu karmaşanın kaynağı, belki hizmet yetersizliğinden belki sınıf gözetiminden, belki de yanlış politikalardan doğuyor. Fakat Jean-Luc Nancy The Sense of the World (Dünyanın Duyusu)’da diyor; “Böylece, özne menşeli siyaset, şehri kuran dışsallığa el konmasında kendini gösterir.”…
Kaynak
- Mevzuat.gov.tr
- E-Belediye.info
- KPMG (Görsel)