Eski bir İngiliz deyişi «Nerede kirlilik varsa orada kazanç vardır.» der. İklim krizini, varlığını kabul etmeye niyetli olmayan bir grup hala olsa da; politik unsurlarca konuşulmasındaki sıklığın artmasının krize «inanma» halini etkilediği görülüyor. Bu durum, ilk başta oldukça pozitif bir gelişme gibi okunabilir fakat çok uluslu şirketlerin «destelerine karbon sürüyor» da olabilir…
Karbon ayak izi, karbon salımı, karbon ticareti vesaire…Yaratılan karbon korkusu neyi meşrulaştırmaktadır?
Swyngedouw’un tabiriyle karbondioksit fetişizmi, iklim krizinin salt olarak atmosferdeki artan karbondioksit emisyonları ile ilişkili olduğu algısını ve bu artışın durdurulması için karbonu finanse etmemiz gerektiğini açıklar. Atmosferdeki değişimlerin, diğer tüm kirletici gazları tek bir birime indirgeyerek, karbon sebebiyle meydana geldiğine dair bizi ikna eder.
Böylelikle karbonu metalaştırarak «dünyamızı kurtarmak için» küresel bir ticaret sistemi kurmamızın mühim olduğuna kanaat getirir, ki getirdi de. Avrupa Emisyon Ticaret Sistemi başta olmak üzere, Avustralya ve Güney Kore gibi bazı ülkelerin kendilerine ait karbon ticaret sistemleri bile bulunuyor. Bu sistemleri kabaca kirlilik izni olarak tanımlayabiliriz.
Devletlerin ve şirketlerin ne kadar kirletebileceğine dair eşik sınırlarının çizilmesinde, bu sınırı aşarlarsa da orada uğrattıkları yıkıntıları dengelemek için başka bir alan veya coğrafyada yapabilecekleri uygulamaları «çevreci» maskesiyle reklam etmeleri ve «atmosfere fiyat biçmeleri» ise daha detaylı bir tanım.
Faaliyetlerinin hesabını vermeksizin «dünyaya hizmet sağlayan» statüsüne geçmeleri, bu sistemin adaletli bir sistem olduğunu göstermiyor. Tersi bir yönden örnek vermek burada daha anlaşılır olabilir. Bazen, bazı devlet ve şirketler sorumluluğu olmadığı halde azaltıma geçtiği emisyonlarını, bir karbon kredisi gibi diğer taraflara satabiliyor. Bunlar olurken, kamuoyuna görülmesi için dikte edilen, ne devletlerin yükümlülükleri ne sadece teknikmiş gibi gözüken konuların temelinde yatan güç dengeleri ve eşitsizliklerdir; gösterilmesi istenen artık bir meta olan karbondur.
Küresellik fikriyle birlikte aklımıza iyice yatırılan, atmosferimize gelen karbon emisyonumuzun daha az olduğu sanrısıdır. Bu noktayla bağlantılı örnek olarak yeşil teknoloji çözümlerini de gösterebiliriz. İklim krizini politikasızlaştırarak, sadece teknik bir sorun ve uygun denklemlerle çözülebilir olduğuna inandırmanın çabası içindeki «yeşil» sıfatı içeriğindeki derinliği kaybediyor.
Bookchin, bu sebeple, ekolojik meselelerin yalnızca biyolojik terimlerle ifade edilemeyeceğinden bahsetmiştir. İklim krizini bütünleşik bir yapıda konuşmamız ve doğru uygulamalarla harekete geçmemiz önem taşımaktadır…